
Beşiktaş, seni her sabah aynı yerden selamlıyorum: sahilden. Vapurun burnu suları yararken martılar çizgiler çiziyor gökyüzüne, çay bardağının camına çarpan o ince ses bile ritim tutuyor kalabalığa. Kaldırım taşlarında hızla yürüyen ayakların sesiyle, simitçinin buharı birbirine karışıyor. Şehrin kalbi, burada göğsüne vuruyor sanki; hem coşkulu hem sabırlı. Bugün yine içimden geçenleri sana anlatacağım; çünkü seninle konuşmak, en doğru cümleyi bulmak gibi. İlk kez değil; ama her seferinde yeniden. Bu kez, bir yabancıyla kesişen bakışların içinden yazıyorum. Onu akşamüstü çınarların altında gördüm; rüzgâr saçlarını savuruyor, dalga kıyıya küçük sırlarmış gibi çarpıyordu. Sokakların enerjisini taşıyordu, ama sesi yumuşaktı. Kendini tanıtma biçimi bile sade ve özenliydi; şehrin gürültüsünü değil, anlamını taşıyordu. Sonra fark ettim, o dünyanın isim verdiği tanımlardan biriydi; ama tanımlar... okumaya devam et